6 Kasım 2010 Cumartesi

Şu Sazıma Bir Düzen Ver.....Ali İzzet ÖZKAN

Şu sazıma bir düzen ver
Teller de muradın alsın
Gel beni bir tenhada gör
Diller de muradın alsın

Gel gidelim bizim ele Düşmeyelim dilden dile Diken sarmış gonca güle Güller de muradın alsın
Bazı uğra bizim köye Sana bakam doya doya Dağ ceylanı in ovaya Çöller de muradın alsın
Elinden tutup gezelim Harman döşe gül dizelim Kalem ver adın yazalım Eller de muradın alsın
Kehribar benler gerdanda Düzen düzmüş dane dane Bazı bazı çık seyrana Yollar da muradın alsın
Al'İzzet'im görüşelim Bugün bayram barışalım Aç göğsünü sarışalım Kollar da muradın alsın

11 Eylül 2010 Cumartesi

yeni bir GNU Linux blog...

http://linuxbasvurukilavuzu.wordpress.com
emeği geçen herkese teşekkür etmemiz gereken , yolun başında olan ama gelecek vaad eden bir blog. umarım ben de zaman zaman katkıda bulunabilirim.

2 Eylül 2010 Perşembe

İnsan Olmak...

Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki: “Kader önünde sonunda söyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.

Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.”

Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile düşmanlarınızdan daha değerlidir. Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.

Aristo söyle diyor: İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük işaretidir. ”Karşılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım.

Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Eflatun...

Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla hoş görebiliriz.
Yaşamdaki asıl trajedi, yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır.

24 Ağustos 2010 Salı

KAZAK ABDAL 'dan dizeler...2

EŞEĞİ SALDIM ÇAYIRA


Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını

Münkir münafıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını

Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de avradını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Hizmetini bitirenin
İmamın da avradını

Müfşidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyyid namazın
Kılanın da avradını

Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını

KAZAK ABDAL 'dan dizeler...1

ORMANDA BÜYÜYEN ADAM AZGINI

Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez

Alemi tan eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir çim bile çıkmaz karnını yarsan
Camiye gelir de erkan beğenmez

Elin kapusunda kul kardaş olan
Burnu sümüklü gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berber dükkanında oğlan beğenmez

Dağda bayırda gezen bir yörük
Kimi tımarlı sipahi kimi bir bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehristana gelir ezan beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zum-ı fasidince keyf getirecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahveye gelir de fincan beğenmez

Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şardan kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli Yenicesi dühan beğenmez

Aslında neslinde giymemiş hare
İş gelmez elinden gitmez bir kare
Sandığı gömleksiz duran mekkare
Bedestene gelir de kaftan beğenmez

Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğur ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelse bir köylü kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez

14 Ağustos 2010 Cumartesi

SEVGİYİ TUŞLARLA MI YAZIYORSUNUZ ? ...Müşfik KENTER

SEVGİYİ TUŞLARLA MI YAZIYORSUNUZ ? ..
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, ......"Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?

Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

BEKLENEN...Necip Fazıl

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

10 Ağustos 2010 Salı

Ö. Hayyam' dan seçmeler...

Dünyada akla değer veren yok madem
Bazen aklı az olanın parası çok madem
Getirin şu şarabı alsın aklımızı
Belki de böyle beğenir bizi elalem

Ben gönlü temiz insana kurban olayım
Gezsin başım üstünde benim hoş tutayım
Ham insanı al karşına söylet azıcık
Dön sonra cehennem ne imiş gel sorayım

Gelip de eskiyenler yepyeni gelenler
Her biri gider bugün yarın birer birer
Kimseler kalmamış bu eski dünya
Kimi gitti gider kimi geldi gider

Canların cananı dost deletme dinle beni
Küsme feleğe değmez yeme kendini
Çekil otur şöyle gürültüsüz bir köşeye
Seyreyle şu hengamede olan biteni

Ömer HAYYAM dan...

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,
Biter bu dünyanın dedikodusu.
Ölenden bi haber bekler insanlar:
Ne söylesin? Bilmezki ne olduğunu!

Yel eser, umutlar savrulur gider;
Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler;
Altın gümüş nen varsa harcamaya bak!
Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı,
Belki böyle beğenir bizi elalem!

Üstad N. F. Kısakürek ' den...

...
Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?

Kıymetli malı olanlar bağırmaz.

Domatesci, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz.

Eskici bağırır ama antikaci bağırmaz.

İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.

Popcular, rockcular boğazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor.

Ama Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor.

İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.

ahde vefa , kerem ve mürüvvet ...

Bir gün Hazreti Ömer arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Karsıdan üç kişinin geldiğin! gördüler, iki tanesi, bir delikanlıyı yakalamış, halifenin huzuruna çıkarmak için getiriyorlardı. Oradaki sahabeler gelenlere dikkatle baktılar. Üç kişi

Hz. Ömer'in huzuruna gelip durdular.

Halife Ömer (r.a.):

- Söyleyin, derdiniz nedir? Bu delikanlının ne suçu var? Delikanlıyı sıkı sıkı tutan iki kardeşten biri:

- Efendim, bu getirdiğimiz delikanlı babamızı öldürdü. Babamızın bir suçu olmadığını düşünüyoruz. Çünkü tarlada birlikte çalışıyorduk. Gereken cezanın verilmesin! sizden istiyoruz, dediler. Hz. Ömer gence;

- Doğru mu söylüyorlar? diye sordu.
Gencin alnında boncuk boncuk ter birikmişti. Üzüntü içinde olduğu belliydi.

- Ben buraya uzak bir köyde yaşıyorum. Bir iş için Medine'ye geliyordum. Atımla ben çok yorulmustuk. Dinlenmek için hurma bahçelerinin orda mola verdik. Bir ara atımın bir ağacın dalını koparmakta olduğunu gördüm. Hemen engel olmaya çalıştım. Fakat birden bahçe sahibi ortaya çıktı. Elindeki irice taşı atıma fırlattı. Taş atın başına geldi ve atım düşüp öldü. Atımı çok severdim. Sinirlenmiştim. Ben de o taşı alip kendisine fırlattım.

Genç ağlamaklı anlatmaya devam etti.

- Bu taşın onu öldüreceğini düşünemedim. Aslında o anda kaçmak isteseydim kaçardım. Kimse beni tanımazdı. Ama ben Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım.

Halife Hz. Ömer bir müddet düşündü. Arkadaşlarına danıştı. Gence:

- Dinimizin emirlerine göre cezan, aynı şekilde öldürülmektir, dedi. Genç adam boynunu bükerek:

-Madem dinimizin emri böyledir. Ben bu emre razıyım. Yalnız sizden bir ricam olacak. Hz. Ömer:

- Söyle, dedi. Genç:

- Yaşadığım köyde korunmaya muhtaç küçük bir kardeşim var. Annemiz ve babamız öldüğü için ona ben bakıyordum. Babamdan miras kalan ona ait olan altınları bahçemde kimsenin bilmediği bir yere gömmüştüm. İzin verirseniz köyüme gidip o parayı çıkarayım. Kardeşimi de birine emanet edeyim ki gözüm arkada kalmasın. Üç gün sonra cezamı çekmek üzere buraya gelmeye söz veriyorum.

Hz. Ömer:

- Sen şu anda mahkumsun, seni salıvermemiz imkânsız. Ancak senin yerine kalacak bir kefil olursa o zaman seni bırakabiliriz.

Bunun üzerine genç orada bulunan sahabe üzerinde bir göz gezdirdi. Orada bulunan sahabeden Ebu Zerril Gifari hazretlerini göstererek:

- Bu zat umarım bana kefil olur dedi.

Hz. Ömer Efendimiz, Ebu Zer hazretlerine döndü:

- Ey Ebu Zer! Bu gence kefil olur musun? Ebu Zer, gencin gözlerine bakarak:

- Evet, kefil oluyorum. Bu çocuğun üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyorum, dedi.

Bunun üzerine davacı iki kardeşin de rızası alınarak genç adam köyüne gönderildi.

Üç gün dolmak üzereydi. Fakat genç gelemedi. Ölen adamın çocukları, gencin gelmeyeceğini düşünüyorlardı. Ebu Zerre:

- Ey Ebu Zer! Kefil olduğun genç nerede? diye sordular. Ebu Zer:

- Vakit dolmak üzere. Eğer o genç dönmezse, söz verdiğim gibi o gencin yerine ölmeye hazırım, dedi. Orada bulunanlardan bazıları:

- Ey Ebu Zer! Kefil olduğun adam gelmedi. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye, nasıl kefil oluyorsun. Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi? diye Ebu Zer'i sıkıştırıyorlardı. Bazıları, babasi ölen gençlere diyet teklif ettiler:

- Razı olursanız babanızın yerine para verelim. Yeter ki Ebu Zer idam edilmesin, diyorlardı. Fakat onlar, bu teklifi kabul etmediler.

- Babamızın katilinin kanı akmadıkça buradan ayrılmayız, diyorlardı.

Tüm Medine halkı bu olayı duymuştu. Gencin yerine Ebu Zer'in idam edileceği haber verildi.

Şehir halkı çok sevdikleri, peygamberimizin dostu olan Ebu Zer'i kaybedecekleri endişesi içindeydi.

Vakit tamam olmuştu. Ebu Zer idam olacağı yere gitti. Herkes heye¬canla ve üzüntüyle olayı izliyordu. Hz. Ömer idam emrini verdi. "Başla!"

Tam bu sırada ortalığı inleten bir ses duyuldu.

- Durun, durun!

İdamlık genç kan ter içinde koşarak Ebu Zer hazretlerinin ellerine sa¬rıldı. Nefesi tıkanıyor, gözyaşları içinde zor konuşuyordu. Üstü başı sırılsıklamdı.

Yorgun olduğu gözüküyordu.

- Çok şükür, vaktinde yetişebildim. Ne olur, sizi zor durumda bıraktığım için hakkınızı helal edin, dedi.

Orada bulunanlar, kendisinden ümit kesildiği halde bir adamın koşa koşa ölüme gelmesine hayret ettiler.

- Aferin delikanlıya, sözünün eri çıktı. Mü'min dediğin böyle olmalı, diyorlardı.

Genç:

- Ben Allah'a ve ahirete inanan biriyim. Elbette sözümde durmalıyım. Geç kalışım elimde değildi. Köye gidince paraları çıkarıp yetim kardeşimi yakınımıza teslim ettim. Dönüşte yağmur sularından vadiyi sel bastığını gördüm. Telaş içinde geçecek bir yer aradım. Bulamadım.
Kendimi suya bırakıp bu tarafa zor geçtim. Çok uzun zamandan beridir koşuyorum.

Genç, bu sözleri söyleyince yorgunluktan ve telaştan yere yığıldı.

Kendine gelince idam edileceği yere geçti:

- Müslüman olan sözünde durur. Ölümden kurtulan var mı ki ben kurtulayım.

Hem ahirette çekeceğim cezayı şimdi çekeyim. Mahşerde bu gençler yakama yapışıp Rabbimin huzurunda beni mahcup etmesinler, dedi.

Bütün Medine halkı ile beraber babaları öldürülen iki genç de ağlıyordu. İki gençten birisi:

- Ey halife! Ey Medineliler! Ebu Zer bu gence kefil olmakla örnek bir davranışta bulundu. Babamızı öldüren genç ise sözünde durarak onu mahcup etmedi. Biz de bize yakışanı yapmak istiyoruz. Allah rızası için davamızdan vazgeçiyoruz. Delikanlıyı bağışlıyoruz. Ayrıca diyet (kan parası) da almıyoruz, dedi.

Bu sözler, orada bulunan herkesi sevindirdi.

Olay tatlıya bağlanmıştı. Herkes sevinçliydi.

Ebu Zer'e sorarlar:

- Neden tanımadığın birisine kefil oldun, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldın?

Ebu Zer şu cevabı verir:

- Dünyada AHDE VEFA kalmadı mı desinler?...

İdam edilecek olan gence sorarlar:

- Sen bir kefil bulmuştun, Üç günlük bir süre de almıştın. Kaçsaydın kimse seni bulamazdı. İsteseydin gelmezdin. Neden geri geldin? Kefilin senin yerine idam edilecekti.

Genç şunu söyler:

– Dünyada MÜRÜVVET kalmadı mı desinler?...

Babalarının katilini affeden ve diyet parasından da vazgeçen gençlere neden böyle yaptıklarını sorarlar. Gençler şöyle derler:

- Dünyada KEREM kalmadı mı desinler?...


Hamiş:

Ahde vefa:
Verilen söz ve yemine bağlı kalma, sözünü tutma.
Bu terim, insanların ve dostların birbirlerine hal dilleriyle verdikleri bir söz vardır. Emniyet, güven, itimad, sevgi, dürüstlük, yardımseverlik, iyilik, hoşgörü vb. güzelliklere bağlı kalma diye de edepli bir şekilde hayatımızda yaşamaktadır. Türk milletinin binlerce yıldan beri ayakta kalmasının en büyük destekçisidir bu ahde vefa... Öyle bir okunuşta geçiştirilecek bir şey değil. Çok şükür bu meziyetimizle birbirimize kenetlenmişizdir.

Mürüvvet:
Sözlükte şunları yazıyor: İnsanlık, insanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak. Ana baba saadeti. Mertlik, yiğitlik. Reculiyet.
Bu terimin tam manası sonundaki kelimede yatmaktadır: Reculiyet. Yani adamlık. Hani ne zaman adam oluruz diye her vesile ile sorarız ya, işte onun cevabı "ne zaman mürüvvet sahibi olursak o zaman" dır. Öyle anne babanın çocuklarının evliliklerini görmesine mürüvvet deyip de işi hafife almayalım. Artık çocukları kendi mürüvvetlerini kendileri temin edebiliyorlar. O zaman mürüvvet insana yakışanı yapmaktır. Ne büyük haslet. Ne Yücelik.

Kerem:
Sözlükte ilginç karşılıkları var bu kelimenin. Biz hep "kerem et" deriz. Ama öyle değil. Konuştuklarımızın ne manaya geldiğini bir bilebilsek. Ah bilinç, şuur, akıl, tefekkür. Nerdesiniz? Şunlar yazıyor kerem karşılığında, sözlükte: cömertlik, lütuf, ihsan, ikram, iyilik, inayet, yardım, izzet, şeref.
Dikkat ettiyseniz ilk yedi anlamın sonucunu sekizinci ve dokuzuncu kelimelerde de veriyor. İzzet ve şeref sahibi olmanın yolu ikram, cömertlik, ihsan, lütuf ve yardımdan geçiyor. Eee, kerem sahibi olmak kolay değil.

AHDE VEFA göstererek MÜRÜVVETLİ olan KEREM sahibi insanlardan olmak temennisiyle...

Ve Allah, MÜRÜVVETLİ ve KEREM sahiplerine karşı olan VEFAMIZI engelleyecek insanî ve cinnî, maddi ve manevi bütün engelleri ortadan kaldırsın.

8 Ağustos 2010 Pazar

Üstat Felsefesi...

Üstatlar, problemleri çözer, yeni şeyler yapar, özgürlüğe, paylaşıma ve yardımlaşmaya inanırlar. Üstat olarak kabul edilmeniz için bu felsefeye uygun davranmanız gerekir. Davranışınızı bu felsefeye tam anlamıyla uygun hale getirebilmek için ise, bu felsefeye gerçekten inanmalısınız.
Ama bunu sadece üstat olarak kabul edilmek için gerekli bir şart gibi düşünürseniz, asıl noktayı kaçırmış olursunuz. Çünkü, bu felsefeye inanmak sizin açınızdan önemli olacaktır – sizin öğrenmeniz ve motive olmanız için gereklidir. Bütün yaratıcı sanatlarda olduğu gibi, ustalaşmak için en etkin yol ustaları taklit etmektir – sadece entellektüel olarak değil, duygusal olarak da.

Şu modern Zen şiiri bu yaklaşımı anlatır:

Yolu izlemek için (To follow the path) ;
ustaya bak (look to the master),
ustayı izle (follow the master),
ustayla yürü (walk with the master),
usta gibi gör (see through the master),
usta ol (become the master).

Eğer üstat olmak istiyorsanız şunları, inanana kadar tekrar edin:

Dünya çözülmeyi bekleyen hayranlık verici problemlerle doludur.
Üstatlık çok eğlencelidir. Ama bu eğlence, çaba ister. Çaba da motivasyon gerektirir. Başarılı atletler, vücutlarını formda tutmak için fiziksel sınırlarını zorlayan şeyler yaparlar ve bundan zevk alırlar. Böylelikle motivasyonlarını da korumuş olurlar. Benzer şekilde üstat olmak için, problem çözme, becerilerinizi şekillendirme ve zekanızı geliştirmekten haz duymalısınız.
Eğer bunu doğal yollarla yapamıyorsanız, kendinize bir zorlayıcı etken bulmalısınız. Aksi takdirde, üstatlık potansiyelinizin seks, para ve sosyal olaylar gibi dikkat dağıtıcı şeyler tarafından yok edildiğini göreceksiniz.
(Ayrıca kendi öğrenme yeteneğinize karşı bir güven geliştirmelisiniz. Bir problemi çözmek için ihtiyacınız olan herşeyi bilmeseniz bile onun bir parçası ile uğraşarak öğrendikleriniz sıradaki parçayı çözmenize yetecektir. Böylece problemin tamamını çözebilirsiniz.)

Hiçbir problem iki defa çözülmemelidir.
Yaratıcı beyinler değerli ve sınırlı kaynaklardır. Çözülmeyi bekleyen birçok problem varken, tekerleği yeniden icat etmekle harcanmamalıdırlar.
Üstatlar gibi davranmak için, diğer üstatların da zamanlarının değerli olduğuna inanmalısınız. Bilgiyi ve çözülen problemlerin çözümlerini paylaşarak, diğer hacker’ların eski problemler yerine yeni problemler üzerinde çalışmalarını sağlamak sizin için ahlaki bir görev sayılır.
Bununla birlikte “Hiçbir problem iki defa çözülmemelidir” demek varolan çözümlerin tümünü kutsal kabul etmelisiniz ya da verilen bir problemin sadece bir doğru çözümü vardır diye düşünmelisiniz anlamına gelmez. Genellikle problemin çözümünü öğrenmeye çalıştığımızda problem hakkında daha önce bilmediğimiz şeyler öğreniriz. Daha iyisini yapabileceğimizi düşünmek normaldir ve hatta gereklidir. Normal OLMAYAN ise yapay teknik, yasal veya kurumsal engellerin (kapalı kaynak-kod gibi) iyi bir çözümün yeniden kullanılmasına engel olması ve insanları tekerleği yeniden icat etmeye zorlamasıdır.
(Diğer üstatlardan daha fazla saygı görmek için bütün yaratıcı ürünlerinizi vermeye mecbur olduğunuza inanmanız gerekmiyor. Ürününüzü satarak geçiminizi sağlamak üstatlık değerleri ile çelişmez. Sanatınıza ve diğer üstat arkadaşlarınıza sadakatinizi unutmadığınız sürece yazılım kotarma yeteneklerinizi kullanarak ailenizi desteklemek ve hatta zengin olmak üstatlık değerleriyle çelişmez.)

Sıkıcı ve tekrar eden işler günahtır.
Üstatlar (ve genelde yaratıcı insanlar), sıkılmamalı ve tekrar eden aptal ve can sıkıcı işlerde çalıştırılmamalıdır, çünkü bu tür işleri yaparken asıl yapmaları gereken işi; yani problem çözme işini yapamayacaklardır. Bu israf herkese zarar verir. Bu yüzden sıkıntı ve gereksiz can sıkıcı işlerde çalışmak hoş değildir ve gerçekten israf ve hatta günahtır.
Üstat gibi davranmak için, küçük sıkıcı şeyleri, otomatikleştirerek sizden ve diğer insanlardan (özellikle diğer üstatlardan) olabildiğince uzaklaştırmak istemelisiniz.
(Bu konuda bir istisna vardır. Üstatlar bazen, dışarıdan sıkıcı veya tekrar eden işler gibi görülen şeyleri, kafalarını boşaltmak, yeni bir konuda beceri elde etmek veya başka türlü kazanamayacakları bir deneyim kazanmak için yaparlar. Ama bu seçime bağlı birşeydir. Düşünme yeteneği olan hiç kimse, bu tür şeyler yapmak zorunda kalmamalıdır. )

Özgürlük iyidir.
Üstatlar doğaları gereği otorite karşıtı kimselerdir. Size emir verebilen kişiler, sizi, büyüleyici bulduğunuz bir problemi çözmekten alıkoyabilir – ve bunun için de pek çok garip sebep bulabilir. Bu nedenle otoriter tavırlarla mücadele etmek gerekebilir, aksi bir durum siz ve diğer üstatlar için solunacak özgür hava kalmaması demektir.
(Bu bütün otoritelere karşı savaşmak ile aynı şey değildir. Çocuklar korunmalı ve suçlular zaptedilmelidir. Bazı zamanlarda, bir üstat, emirleri yapmak için harcayacağı zamandan daha çok önem verdiği bir şeyi elde etmek için otoriteye boyun eğebilir. Fakat bu sınırlı ve bilinçli bir anlaşmadır, otoriteler tarafından arzulanan türde kişisel teslimiyetler önerilmez.)
Otorite, sansürcülük ve gizlilik sayesinde yaşar, gönüllü işbirliği ve bilgi paylaşımından hoşlanmaz. Tek sevdiği şey kendi kontrolü altında gerçekleşen “işbirlikleri”dir. Bu nedenle, üstatlar gibi davranmak için; sansüre ve gizli kapaklı işlere, sorumlu yetişkinleri aldatmaya yönelik eylemlere ve zorlamalara karşı içgüdüsel bir kin geliştirmeli ve bu inanç doğrultusunda çalışmaya gönüllü ve arzulu olmalısınız.

Yaklaşım biçimi, yetkinlik demek değildir.
Üstat olmak için bu yaklaşım biçimlerini geliştirmelisiniz. Ancak, sadece bir yaklaşım biçimini alıp uygulamak sizi üstat yapmaz, tıpkı şampiyon bir atlet veya bir rock yıldızı yapmayacağı gibi. Üstat olmak aynı zamanda zeka, deneyim, kendini adama ve ciddi çalışma gerektirir.
Bu yüzden karşınızdakileri sadece davranışa bakarak değerlendirmemeyi ve yetkinliğe saygı duymayı öğrenmelisiniz. Üstatlar, içi boş kişilerin vakitlerini harcamasına izin vermez fakat her konuda yetkinliğe saygı duyar. Zor öğrenilen ve az kişinin sahip olduğu becerilerde yetkin olmak iyi; akıl gücü, hüner ve konsantrasyon gerektiren zor becerilerde yetkinlik en iyisidir.
Eğer yetkinliğe saygı duyarsanız, yetkinlik kazanmaktan zevk alırsınız – bunun için gereken çalışma ve kendini adama süreci sıkıcı olmaktan çıkar, kendi başına bir zevk unsuru haline gelir. Bu yaklaşım, üstat olabilmek için hayati derecede önemlidir.

Nasıl Hacker olunur Sayfasındaki üstad felsefesinden alınmıştır.

Hoşgörü...

Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu bir dergâha bağışlamak ister. Adam Hacı Bektaşi Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaşi-i Veli'ye anlatır ve o ' helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaşi-i Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaşi Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhına gider ve ona, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaşi-i Veli'ye sorar.

O da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Bedri Rahmi'den ...TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü , kör topal kabulum
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
'Bana bir bardak su' dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, murekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömrunde bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...

Kimseye anlayışsız diye kızmamak mı lazım?

İnsanlar dinlediklerinin sadece %50 sini duyar ve duyduklarının da %50 sini dinlerler.
Yani dinlediğimiz anlatılanların sadece %25 dir.
Dinlediklerimizin de sadece %50 sini anlar ve bunun da ancak %50 sine inanırız.
Bu hesaba göre de inandıklarımız tüm anlatılanların sadece %6,5 dir. Bunlarında yarısını hatırlamaz, hatırladıklarımızın da sadece % 50 sini uygularız.
Bu hesaba göre de anlatılanların sadece %1.562 si hedefe ulaşır.

Neleri Sırtımızda Taşıyoruz ?

İki rahip yağmurlu, fırtınalı bir günde manastıra giderken, dereden karşıya geçmeye çalışan güzel bir köylü bayan görürler.
Dere taştığı için geçememektedir.
Rahiplerden biri onu kucaklar ve karşıya geçirir.
Beş saat sonra rahipler manastırlarına varır. Tam içeri girecekken arkadaşı rahibe der ki :
"Neden o bayanı kucakladın ? bu itikadımızca çok sakıncalı " .
Rahip der ki :
" Ben onu taşıdım ve bıraktım , sen beş saattir hala taşıyor musun ? "

Nasihat...

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

CAN YÜCEL

Memleket İsterim...

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı TARANCI

Ustalığın Bedeli...

Eskilerde bir buharlı makina bozulur.
Hangi usta geldiyse birşeyler yapar 3 - 5 lira alır ama tam anlamıyla yapamaz, gene bozulur.
Sonunda ünlü bir usta gelir .Elinde çekiç bir yerlere dokunur , dinler ve bir yere çekiçle bütün gücüyle vurur.
Makina saat gibi işlemeye başlar.

İş sonunda usta 100 lira işçilik tamir faturası keser.

İşyeri sahibi bu fiyata itiraz eder :

- Bir çekiç vurmaya 100 liramı vereceğiz? der.

Usta sesini çıkarmaz ve faturayı geri alır ve yeniden düzenler.

Faturada şöyle yazmaktadır :

1. çekiç vurma işçiliği......................... : 1 lira
2. çekici nereye vuracağını bilmenin bedeli ..... : 99 lira
-------------------------------------------------------------------
TOPLAM : 100 LİRA

kim daha güçlü ?

yüzyıllardır süregelen bu kavga devam etmektedir....

rüzgar daha güçlü oldugunu belirtirken aynı şekilde güneş de kendisinin gücünü savunmaktadır...

günlerden birinde yine rüzgar meydan okur güneşe ve der ki: şu parkta oturan paltolu adamı görüyor musun? bak nasıl da çıkartacağım onun paltosunu gör bakalım der...

güneş çekilir bulutun ardına ve rüzgar hafif esmeye başlar...
paltolu adam umursamaz. rüzgar az daha şiddetlenir ve adam paltosunu tutmaya başlar... rüzgar kızar buna ve gücünü azami degere ulaştırır ve adam direndikçe sarılır paltosuna...

rüzgar, güneşe hadi sen dene der...güneş peki der şimdi sıra bende...

çıkartır o gül yüzünü bulutun ardından , hava ısınır ve adam hiç direnmeden paltosunu çıkartır...

5 Ağustos 2010 Perşembe

GNU Linux için...

Linux is like living in a teepee. No Windows, no Gates and an Apache in house!

Geçti Dost Kervanı...... Pir Sultan Abdal


Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası gözümde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter 
Geçti dost kervanı eyleme beni 

Şu benim sevdiğim başta oturur Bir güzelin derdi beni bitirir Bu ayrılık bize ölüm getirir Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım Aşıp yüce dağı engin düşelim Çok nimetin yedik helallaşalım Geçti dost kervanı eyleme beni

Arjantinden bir şiir...Jorge Luis BORGES

Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, 
İkincisinde daha çok hata yapardım. 
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. 
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, 
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım. 
Temizlik sorun bile olmazdı asla. 
Daha çok riske girerdim. 
Seyahat ederdim, daha fazla. 
Daha çok güneş doğusunu izler, 
Daha çok dağa tırmanır, 
Daha çok nehirde yüzerdim 
Görmediğim birçok yere giderdim 
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye, 
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine, 
Yaşamın anını gerçek ve verimli kullananlardanım ben. 
Yeniden başlayabilseydim eğer, yanlız mutlu anlarım olurdu. 
Farkında mısınız bilmem, Yaşam budur zaten 
Anlar, sadece anlar. 
Siz de anı yaşayın. 
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
gitmeyen insanlardandım ben. 
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbirsey taşımazdım. 
Eğer yeniden başlayabilseydim, 
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. 
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. 
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, 
Çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eger. 
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum... 
Ölüyorum...

3 Ağustos 2010 Salı

yeniden merhaba blog...

Epey zaman oldu gene buraya uğramayalı. Artık biraz daha sık bir şeyler yazabilmek istiyorum. Bu akşamdan itibaren görüşürüz... ( bak gene akşama erteledim :)  )

11 Mart 2010 Perşembe

sözler..

Sevdiklerinle arandaki boşluğu ertelediklerinle dolduramazsın. Kararların , hedeflerin ve umutlarınla o boşluk dolar ancak.

8 Ocak 2010 Cuma

Nesimi'den

Ben melamet hırkasını,
Kendim giydim elimle,
Arı namus şişesini,
Taşa çaldım kimene

Gah çıkarım gökyüzüne,
Seyrederim alemi.
Gah inerim yeryüzüne,
Seyreder alem beni.

Kah giderim medreseye,
Ders okurum hak için,
Kah giderim meyhaneye,
Dem çekerim aşk için.

Sofular haram demişler,
Bu aşkın şarabına,
Ben doldurur ben içerim,
Günah benim kimene.

Sofular secde ederler,
Mescidin mihrabına,
Yar eşiğin secdegahım,
Yüz sürerim kimene.

Nesimiye sordular ki,
Yarin ile hoşmusun,
Hoş olayım olmayayım,
O yar benim kimene

Necip Fazıl'dan " Karacaahmet "

Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!

Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?

Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...

Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.

Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.

Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.

Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...

Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?

Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,

Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.

Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.

Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.

Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!

Zeki Müren'den bunu mutlaka dinleyin

GÜFTE : Halil SOYUER
BESTE : Ekrem Güyer
MAKAM : Hicaz

“Hançer-i aşkınla, ey yar, gönlüm üzre vurma hiç

Öyle bir derde giriftarım ki halim sorma hiç

Ağladıkça gözlerimden kan gelir yaş yerine

Öyle bir derde giriftarım ki halim sorma hiç”

Hangisi daha aşık ?

Mecnun yine bir gün çölde dolaşmaktadır, Leyla’dan bi-haber! Bir adam namaz kılmaktadır çöl kumlarının üstünde.Farkında olmadan onun önünden geçer Mecnun.Adam namazı bitirip selamı verince der ki: 'Bre gafil,ben namaz kılmaktaydım.Bilmez misin ki,namaz kılanın önünden geçilmez.'Mecnun cevap verir: 'Ey adam!Ben Leyla'nın aşkından senin namaz kıldığını fark edememişim,sen nasıl oldun da MEVLA’NIN aşkından benim senin önünden geçtiğimi fark ettin...?

7 Ocak 2010 Perşembe

Sevdiğim dizeler - 1

Kah açar bakarız nazmı-ı celilin yaprağına,
Kah okur geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir Kur'an bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için.

Mehmet Akif  ERSOY

Sevdiğim Sözler - 1

1 - Kalbinden geçmeyeni , diline değdirme.

2 - ..............ama eşeğin büyüğü ahırda.

3 - Demir tavına geldi KÖMÜR bitti , Akıl başa geldi ÖMÜR bitti.

4 - it ile DALAŞma , çalıyı DOLAŞ...

5 - Tarlan varsa İÇİNDE ol , Teknen varsa KIÇINDA ol , İşin varsa BAŞINDA ol.

6 - Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,Yumruk yine o yumruk, bir varsa el
değişti! Neyzen Tevfik

7 - gamsız öküz kasabın bıçağını yalarmış

1 Ocak 2010 Cuma